28 Ekim 2010 Perşembe

Arkadaştan Sevgili Olur Mu?


"Neşe mi? Hiç olmadı ki. Silik kalmış bir kavram benim için..." dedi boğuk sesiyle. Gözlerinde biriken damlaları akıtmamak ve gerisinin gelmesini önlemek için yukarı doğru baktı. Gözyaşlarını içine akıttı. Nerden bilebilirsin ki? İçinde dibi karanlık bir nehir vardı belki de.
Onu izledim. Yüzünden aşağı eline doğru indim. Baktığımın farkında olunca elinde buruşmuş mendili, avucunu sıktı. Yüzüne doğru götürdü. Boğazını sıkan duygunun derin izli ellerinden, kelimeyi 2 heceye bölerek çıkarabildi. "Soğuk"
O nehrin kıyısında durmak istedim. Ama onun buna izin vermeye niyeti yoktu belli ki. Sorgulayan gözlerime bakamayınca, sormayı yeğledim. Niye duygularını içine kazdığı kırışık ruhuna gömüyordu? Ben başlangıç cümlesine girerken; tıpkı suç işlerken yakalanan masum bir çocuk gibi afalladı. Dikkati dağıtmak istedi. Konuyu başkalaştırmaya çalışırken yüzüne aptallık kattı, ani değişen yüz ifadesi.
Başka zamanlarda gülen yüzünün ardında hep bir hüzün saklıydı sanki. Sessiz anlarda, çıkacak bir sözü bekler gibiydi. An durgunlaştığında bir anda atılıp söylemek ister gibiydi.
Yağmur damlaları pencerenin camından aşağı doğru süzülürken, şehrin ve trafiğin ışığı yön veriyordu sanki düşüncelerine. İşte, oraya baktı uzun uzun. Daldı gitti bazen mehtaba. İşaret parmağıyla kırmızı ojeli tırnağını kazıdı.
Sonra diğer masalarda güzel bir gece geçiren insanlara aldırmadan, ortamdaki kara bulutları şen bir kahkahayla dağıtmak istedi. "Sonbahar. Soğuk. E şifayı kapmışım." dedi. Onaylayıcı bir cümle bekledi. Ama yap(a)madım.
Sonra duraksadı. Hemen geleceğini söyleyip izin istedi ve ayrıldı. O ardına bakmadan giderken, çantası masanın üzerinde devrildi. Açık olan kısmından aşağı doğru bir kitap kayıverdi. Yere düşeni elime aldım. Eskiydi. Hafif büküp, arka kapağını baş parmağımla bastırıp sayfaları geçtim. Ve arasına saklanmış fotoğraf! Soruların cevabı gibi geldi. O bir kitap ayracı değildi. Aşk konulu bir romanın içinden biriydi. "Ben"
Ruh sözlerini bir tül gibi sarmıştı. Peki niyeydi bu? Suskunluğu bozmamak. Her yeni bir "arkadaşım" da diri diri gömülmek. Söylemeliydi. Söylemeli. Bu bir yanlıştı! Mazoşistlik.
Kitabı masanın üzerine koydum. Geldiğinde adını onun görebileceği şekilde düz çevirdim. Sonra elini masanın üzerine koydu. Devrilen çantasından düştüğünü belirttim. Önce duraksayıp, sonra heyecanlandı. İlgisiz davrandığımı görünce rahatladı. Söylemedi! Saatler geçip ayrılık vakti yaklaşınca, elim kitap kapağının üzerinde basılı idi:
- Kitabı ödünç alıyorum!

21 Ekim 2010 Perşembe

Ruhu Eskitenler!


Ruhu karamsarlığın keskinliğiyle söktü. Mutlu anında değil, hep hüznünde, acısında, derdinde aradı. Yanında olmanı istedi. Çünkü; sana güveniyordu. Onu terk etmeyeceğini, istediği zaman sana ulaşabileceğini ve hiç bir an atlatılmayacağını biliyordu.
Maddi açıdan kullan(a)mamış olsa da, ruhi anlamda sömürüsünü hep hissettin. Çünkü; mutluluğu, neşeyi değil. Hüznü ve acıyı paylaştı senle.
Zor durumunda yanında olmak, acısını paylaşıp, omuzlarına binen dert yükünü hafifletmek istedin. Kötü günlerin geçeceği tesellisiyle hep yanında olduğunu sezdirdin. O ise; bunu kendi açısından avantaja çevirdi. Defolu psikolojisinin baskınlığıyla...
Ruhu eskitenler! Uzak kalınması gerekenlerdir. Onlar ki; hayattan esen bir yelle oradan oraya savrulan, çınardan düşen bir sonbahar yaprağı gibi kurumuşturlar.

15 Ekim 2010 Cuma

Histanbul


Dinlenmek için gittim, dinlenmekten yoruldum. Yorgun düştüm. Kalemi kağıtla kavuşturamadım. Tuşların tıkırtısında olmadım. Olamadım...
Bazen üstünde kahve fincanı unutulmuş nemli sayfalı kitapta, bazen de mürekkebi henüz kurumadan dağılan yazıda. Bazen uç kısmı sararmış gazete sayfasının köşe yazısında, bazen de arnavut kaldırımlı dar yoldan gelen akordion sesinde... Seni gördüm ve düşündüm.
Unutulmadığını bildiğini bildim. Buna rağmen özlemin ve yazamamanın acısını hissettim. Belkide sayfalarda aradı gözlerin. Özlemişim seni! Okuyucu(m)
Uzaklardayken tek özlemediğim; hislerim kadar yaşlı İstanbul'du. Yoğun, kalabalık ve sisli...