11 Ekim 2011 Salı

Ben de Aşık Oldum Nihayetinde...


Aşk!.. Bu konuda öyle çok yazmışım ki; geriye dönüp baktığımda önce yaşadıklarım hatıramda canlandı, ardından da içimde uzun zamandır dile getirmek istediğim düşünceleri belirtme isteği uyandı. Ve eni konu "şapşal bir aşık" olarak kendimi bu yazıyı yazarken buldum.

Hayır, hayır! Şuan gönlümde hiç kimse yok. Bazen düşünüyorum da hayatın telaşına kapılıp sevmeyi unutuyor muyuz yoksa? Bilmiyorum! Sahi sen ne düşünüyorsun bu konuda?

Bir Rus romanının kıvrılıp bırakılmış sayfası gibi, kaldığım yerden bir müddet sonra devam edebileceğimi hiç düşünmedim. Her şeyle olduğu gibi geride kalan aşkla bile dalga geçebilmeyi denedim. İlk küskünlükten sonra zorlamaya gitmemenin daha rasyonel bir yol olduğununun bilinciyle hareket ettim. Giden olsam da, bırakılan olsam da hiç bir zaman elim telefona gitmedi...

Bundan söz edeceğim işte. Ben ilk kopuştan sonra bir ilişkinin devamının gelebileceğine inanmıyorum. Bittiyse bitti. Bunu devam ettirmeye çalışanların sonunun yine ayrılık olduğuna inanıyorum. Sadece zaman birleşmeler ve ayrılmalar şeklinde uzadıkça uzuyor. Ve aptal aşıklar bunu ilişki olarak nitelendiriyor. Adına da sevgi diyorlar...

Sonra ne oluyor? Ayrılık çıka geliyor. Ve o sevgi olarak nitelendirdikleri "aşk" sevgisizce bitiyor.



7 Ekim 2011 Cuma

Onu Unuttun Mu?


Yazdan kalma sonbahar günlerinde evin arka kapısını aralık bırakır, bahçedeki salıncağa geçip, Fransız yazar Françoise Sagan'ın kitaplarından birini okurdum. Hafif esen rüzgar keyfime eşlik ederken, mevsim dolayısı ile acizleşen ağacın kuruyan yaprakları bir bir düşer, daldaki sararan yaprakların sallantısı da hoş bir melodi oluştururdu. Bu benim kaçışımdı. Hep yapardım ve her defasında da eşsiz bir keyif alırdım...

Böyle bir günde tanışmıştım onunla. Üşümekten büzülmüş bir halde salıncağın yakınında bir yerlerde kıvrılmış uyuyordu. "Sevimli ama çirkindi." Ona yapıştırdığım bu sıfatın; "sırf şehir kirliliğinden ve çöplerden" kaynaklandığını daha sonra anlayacaktım. Yanına yaklaştım. Biraz sevdim. Gözlerini açıp, mırladı. Sevgiye aç olduğu ama yorgunluğu sebebiyle oyun yapmaya gücü olmadığı her halinden belliydi. Tekrar uyudu...

Hemen arka kapıya yöneldim. Mutfağa girdim. Buzdolabından süt çıkarıp bir kaba doldurdum. Sonra yeterli olmadığını düşünüp, bahçeye geçtim. Ona baktım. Hemen sokağa çıkıp, markete doğru ilerledim. Princess kedi maması aldıktan sonra, bir hışımla eve gittim. Mamayı yeni bir kaba koyduktan sonra, ikisini de kedinin yanına bıraktım. Severken uyandı ve hemen patisinin yanındaki kaptan karnını doyurdu. Gücü yerine geldiğinde miyavlamaya başladı. Bu sevgi istediği anlamına geliyordu...

Böyle başladı. Sonrasında onu hiç bırakmadım. Hep yanımda oldu. Evin içinde bunaldığını masum bir şekilde balkonun önünde durup mırlamaya başladığında anlıyor ve dışarı çıkmasına izin veriyordum. Zaman zaman sokak kedileri ile koşuştuğunu görüyor ve onların aç susuz kalmasına üzülüyordum. Sonra sokak başındaki kaldırım kenarlarına kedi maması ve su bırakmaya başladım...

Ve sonbaharın soğuğu artıyordu. Herkese düşen bir görev vardı. "Onları unutmamak!" Bunu günlük koşuşturmaca içinde hatırlayabilecekler miydi? Bilinmez. Ama onlar korunmasızlardı.
"Hayvanları uzaktan severim." cümlesi insanların kendini kandırma şekliydi. Ve ben onlara hep kızdım, kızacaktım. Hep kedileri ve sokak köpeklerini yaklaşan soğuklarda unutmayalım diye düşünüyordum. Onları anlamalıydık....