25 Şubat 2013 Pazartesi

Kalplerinde Yer Bulduğum Eşsiz Aşklarım…


Her söze başladığımda konunun dönüp dolaşıp aşka geldiğini fark etmemle, bundan muzdarip olacağıma daha çok bahsetmem gerektiğinin bilincine varmam aynı zamanda oldu. Aşk güzel, hele de bir gencin yüreğinden çıkıyorsa daha güzel. Fakat bu kez bahsedeceğim aşk iki farklı tenin birbirine olan çekiminden ibaret değil, bir yazanın takipçilerinde uyandırdığı anlamla ilgili. İşte bu aşk; tensel aşklardan daha bir değerli, daha ulaşılmaz ve daha hassas…

Aşkla yazan, aşkla düşünen ve hayatı aşkla yaşayan biri olarak uzun zamandır yazıyorum. Eleştiri yazılarım bazen gülümsetiyor, bazen düşündürüyor, bazen kızdırıyor, bazen ise gönül alıp hoşnut ediyor. Ben zaman zaman dikkat çeken yazıları paylaşsam da okuyucunun algısında nasıl bir oluşum olduğunu bilmiyorum. İşte bu gizem beni daha da aşkla yazmaya itiyor.
Ben aşkı yaşarken okuyucuya da yaşatmaya çalışıyorum. Bu tarifi mümkün olmayan aşkla paylaştığım yazıların sayesinde takipçi ile aramızda oluşan paylaşımların verdiği keyfi hiçbir kelime ile anlatmam mümkün değil. Çoğunuzla zaman zaman yorumlarla, zaman zaman e posta yoluyla yazışır, hatır sorar ve mutluluğu paylaşır olduk. Her bir takipçinin bende olan yeri öyle ayrı ki; her birinin yaşattığı güzellik, her birinin hissettirdiği duygu farklı farklı demleniyor bu yürekte. Her okuyucu gerek yaşantısıyla, gerek ilgi alanlarıyla beni oldukça büyülüyor bunun altını çizmeme gerek yok herhalde. Kim olduğunu bilmediğim fakat yazdıkları yorumlardan yüreğini gördüğüm okuyucuların meslekleri, yaşadıkları yer ve ilgi alanları onları ayrı ayrı kodlamamı sağlıyor…

Benim yaşadığım bu aşkı elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. İşte şimdi bu aşkın, iki kişi arasında yaşanan yüzeysel aşklardan ne kadar değerli olduğunu anlatabildiğimi düşünüyorum.



4 Şubat 2013 Pazartesi

Canına Okuyacaklarım...



Bazen artık dayanamayıp her şeyi yakıp yıkmak istediğiniz oluyor mu? Mutluluğumu elimden aldıklarında ben de öyle oluyorum. Karalanmış bir sayfayı tümden silip beyazın sonsuzluğunda bir çizim olarak kalmayı istiyorum. Böyle bir durumda sessizliği dinlemek gibisi olmasa gerek.

Hiç anlaşılır olmayanları, vefasızlık yapanları, arkadaşlıktan dem vurup kalleşlik yapanları, iki yüzlü olanları, samimi görünüp palavra atanları, söze küfürsüz başlamayanları, dost diye sarılıp sonradan satanları, uçanla kaçanla işleri olanları, seni andık deyip dedikodu yapanları tek tek toplayıp bir ateşte yakmak istiyorum…

30 Ocak 2013 Çarşamba

Yere Göğe Sığdıramadığımız O Muhteşem İnsanlar



Hayat bana şunu öğretti ki; insanları biz gözümüzde büyütüyoruz, onlara anlamları biz yüklüyoruz, onlara değerler biçiyoruz ve kimi zaman idol bile yapıyoruz. Oysa yakından bakıldığında hiçte öyle değil. Bu sıfatlar ne kadar emanet duruyor üzerlerinde, ne kadar büyük geliyor reeldeki hallerine ve ne kadar samimiyetsiz olduklarını gösteriyor zamanla bize…

Değerler biçiyoruz insanlara. Büyük değerler. Öyle büyük ki ucu bucağı görünmeyecek kadar geniş. Ve öyle garip ki gerçekle bağdaşmayacak kadar sunî…

Gözümüzde büyütmemize sebebiyet veren, onu ulaşılmaz kılan ne? Adının önüne eklediği ünvanları hak edişi ile kıyasladığında; onu güçlü kılan bilgisi ve kişiliği ne âlemde? Onu saygın yapan sıfatına baktığında gerçek yaşama bıraktığı örnek davranışlar neler? Ve onun o muhteşem insan olmasını sağlayan özellikler neler?

Tahayyül edebiliyor musun bilmiyorum? Ama  tanımlamaya çalıştığım kişi öyle hayattan ki; hepimizin yaşamında böyle biri mutlaka var. Öyle özel, öyle hassas bir nadide parça, öyle ender, öyle saygın bir kişilik ki (ama içi boş)…

Kimi zaman o hayran olduğun şarkıcı, kimi zaman dizilerini severek izlediğin soap opera yıldızı, kimi zaman çalımlarıyla ün yapmış bir sporcu, kimi zaman o çok sevdiğin popüler kültür kişisi, kimi zaman hayranlıkla dinlediğin çok bilgili branş öğretmenin ve kimi zaman her hareketini örnek aldığın insan. Gerçeğe baktığında bilgisi, ilgisi ve kişiliğiyle aslında o tanımladığın, değer biçtiğin, yere göğe sığdıramadığın ve eşsiz olan kişi o değil. O sayılarca dolu sandığın özellikler içi boş bir sıfırmış oysa…

24 Ocak 2013 Perşembe

Seni Ne Çok İsterdim…



Küçüklüğüm, ardıma bakmadan bıraktığım küçüklüğüm. Şimdi ne çok isterdim yine küçük olmak. O sahil kentinde plaja inip İspanyol çingenelerinin taktığı Flamenko şapkadan takmak ve kumdan kaleler yapmak ne çok isterdim. Bilmediğim yabancı dilde bir parçayı melodisine uygun olarak söylemeyi, sevindiğimde bunu gerçekten göstermeyi, köpeklerden korkup yine de sevmeyi ve büyüklerin hayatına özenmeyi ne kadar çok isterdim…

Kibirli insanların kibir dolu söylemlerine konu olmamak için çabalamayı bırakıp anın tadını çıkarmayı, bir çıkar ilişkisi olmadan sevmeyi ve sevilmeyi, dost görünenlerle yüz göz olmamayı, kötülükle henüz tanışmamayı ne çok isterdim…


23 Ocak 2013 Çarşamba

Her Geçen Saniye Ölüme Daha Yakınsın!


Her geçen anda ölüme daha yaklaşıyoruz ve kaybettiğimiz zaman yapabildiklerimizle veya yapamadıklarımızla akıp gidiyor. Şuanda bu yazıyı okurken bile zaman öyle hızlı geçiyor ki; bu süre zarfında ne kaçırdığını görmek gerçekten üzücü…

Hep söyledikleri gibi “Hayat bir sahne”  ve hepimiz bize biçilen karakterleri oynuyoruz. Telaş içinde oradan oraya koşup her şeye yetişmeye ve yetmeye çalışarak zamanımızı harcıyoruz. Hayatın rutinine bir de duygularımız eklenince doğru kararlar alıp, doğru şeyler yapabiliyor muyuz orası şüpheli. Ama en çokta kendimizi ve çevremizi yıprattığımızla kalıyoruz. Çünkü duygusal düşündüğümüzde aldığımız kararlar, bulunduğumuz eylemler hep ya öfke doludur, ya da akılla düşünemediğimiz için mantık dışı…

Öfkelendiğimizde bunu boşaltırken yaşadığımız negatiflik öyle yüklü oluyor ki beden de; dışarı salımı da, hissen aldığımız duygu da zarar veriyor bize ve çevreye…

İşte tam da sana bunları söylemek istiyordum. Küçük oyunlar, hesaplaşmalar, kin duymalar ve öfke nöbetleri hepsi zamana yaydığın boşunalıktan başka bir şey değil. Zaman öyle kısıtlı ki bunu mutlulukla, paylaşmayla, aşkla ve sevgiyle geçirmek yine bizim elimizde…

22 Ocak 2013 Salı

Kelimelerden Gelen Dostluk

 

Yine yağmur yağıyor ve ben sıcacık kahvemi alıp şöminenin karşısına geçtim ve bir yandan dışarıdaki güzelliği izlerken, bir yandan da sana yazmaya başladım. O kadar uzun zamandır yazıyorum ki; artık bazılarınızla yazmadığım da bile mesajlaşır, birbirimizi haberdar eder ve mailleşir olduk…

Hiç görmesem bile dostluğunu ve arkadaşlığını yakından hissetmek öyle güzel ki bu yüzden kopamıyorum sanırım buraya yazmaktan. Zaman zaman boşladığım olmuyor mu? Oluyor. Ama hep bir dinleyen, hep bir anlatan oluyor burada ve bunun keyfini yaşamak harika...

Dostluk, anlaşılır olmak, paylaşmak, anlatmak güzel şeyler. Oysa bir de dost gibi görünen insancıklar var ki onlardan bahsedeceğim bu yazımda.

Benim dost saydığım ama aslında hiç dost olmayan insanlar yok çevremde. Zaten bu tarz insanlar hep iş hayatımda karşıma çıkmıştır ve oyunlarına usta oyunbazlıkla öyle sert cevaplar vermişimdir ki; bir daha ya oynamaya yeltenmemişlerdir ya da oynadıkça oynanmaya alışmışlardır…

Huylu huyundan vazgeçmezse ve bu kötü bir huy ise; onu törpülemek lazım değil mi? Ben de öyle düşünüyorum ve hemen atağa geçiyorum. Sırlar, yalanlar, türlü düzenbazlıklar, ast-üst ilişkileri, yalakalıklar, üzerine basıp geçmeler bunlarla o kadar çok karşılaşıyorsun ki iş hayatında ya bir süre sonra baş etmeyi öğreniyorsun ya da pes edip yenilgiyi kabulleniyorsun ve sinene çekiliyorsun.



10 Ocak 2013 Perşembe

“Seni Seviyorum” Demek Neden Bu Kadar Zor? (III)



Bir peri masalına girer gibi başlayacaktım ama benim öyle gerçekte yaşanmayacak kadar büyülü bir aşk hikâyem olmadı. Öyle şaşaalı, gösterişli aşklar bir kitabın sayfasında, bir film karesinde ya da bir şarkının meyanında değil de gerçek hayatlarda yaşanıyor olsaydı sanıyorum her birimiz böyle büyük bir aşkı yaşayamadığımız için kendimizde bir sorun arar dururduk.

Bu kez mevzu muhabbet aşk olunca yapmak istediğimden değil, yapamadığımı anlatmakla söze başlayacağım.

İnsanlar birbirilerine ne kadar kolay “seni seviyorum” diyor,  birbirlerini ne kadar çabuk “canım” yapıyorlar, “bir tanem” ya da “hayatım” öyle yürekten söylenmeyince ne kadar yavan duruyor. Kelimeler söylene söylene gücünü yitirir olmuş, anlamını kaybetmiş ve gündelik olmuş. Hele ki “seni seviyorum” cümlesinin büyüsü bir tütsü kokusu gibi etrafı sarmaya başladığında ne kadar çabuk dağılır olmuş. Varsın ben sevdiklerime sevgimi kelimelerle belli edemeyim, varsın o iki kelimelik cümlenin gerçek etkisini hiçbir zaman bilemeyim ve varsın tutkumu sözlerimle söyleyemeyeyim…

Olsun! Sevgi yürekte durduğunda hayat bulur ve hayat bulduğunda anlam kazanır…