22 Haziran 2010 Salı

Anne Bebeğini Kardeşine Evlatlık Verdi!


Anne, senelerdir evli ve çocuğu olmadığı için üzüntü duyan kız kardeşine kendi elleriyle son, yeni doğmuş bebeğini vermişti. Teyze anne olacak, öz anne teyze olarak hayatları şekillenmişti.
Anne çocukları ile ilgilenirken zaman geçiyor, bir yandan da kız kardeşiyle ve yavrusuyla görüşüyordu. Günler takvimden birbir koparken, aylar yılların nezdinde eğiliyor, yalan gerçeğin kendisi oluyordu.
Çocuk teyze bildiği annesini çok seviyor, anne olan teyzesini de yere göğe sığdıramıyordu...
Ansızın çıkagelen fırtına yaşamları yerle bir edecek, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Söz konusu; yalanlar birikintisinin derinliklerinde kalan hayat olunca, hasarın telafisi mümkün olmayacaktı. Onarılması mümkün düşünülenin yanılgı olduğu, duvara çarpmışçasına dank edecek, yıpranmalar, hayıflanmalar kar etmeyecekti.
Bir gün yalanlar toz yığını gibi dağılacak, gerçekler dolu gibi yağacak, yanlışlar tabandan süzülerek sonsuz hiçliğe akacaktı.
O artık çalışıyordu. Gerçeği kim söyledi bilinmiyor. Yıllardır annesi bildiğinin teyzesi, teyze dediğinin öz annesi olduğunu öğrenmesi, kısacası hayatının işlenmiş yalanlar bütünü olduğunu farketmesi; yıkılmasına sebep olmuştu.İlk işi hesap sormak oldu. "Diğerleri yanındayken ben mi fazla geldim?" diye çıkıştı annesine. Kardeşleri bu zor zamanında yanında oldu. Ama o teyze çocukları olduklarını hatırlattı. Etrafın böyle bildiğini ve bu durumu bozmamaları gerektiğini yineledi. Annesinden ise nefret ediyordu.
Onun yaşadığı travmalar o zamanlar anne tarafından yapılan hatanın getirisiydi. Bir anne canından, kanından olan çocuğunu nasıl verebilirdi?

17 Haziran 2010 Perşembe

Bir Kalp İki Kişiyi Sevebilir Mi?


Bu mevsimde karabulutlar uğramaz, güneş ansız buhranları sebebiyle arkalarına saklanmalarda bulunmaz olmuştu. Kuşların cıvıldadığı, martıların deniz üzerinde uçuştuğu sahillerde kız arkadaşımla elele dolaşma zevkini yaşıyordum. İşte böyle bir zamanda kalbime ikinci bir kişi konuk olmuştu. Konuktu ama gitmek istemiyordu. İşin garibi bende kalmasını istiyordum.
Sevgilimin yanımda bulunmadığı bir anda tanıştım Naz'la. Güzelliğinin yanı sıra, çekingen tavırları, sevgi dolu göz ışıltıları, içtenliği, zekası beni benden almıştı. Zamanla görüşmelerimiz çoğaldı, ellerimiz buluşmaya başladı, avuçlarımızın sıcaklığı akşam yellerinde başvurduğumuz sevgi gösterilerine dönüştü. Ve birliktelik başladı.
Diğerinin ondan, onun diğerinden haberi yoktu. Sevgili dediğim kişi diğer mi olmuştu? Bir yandan da eskisiyle görüşüyordum. Ama bunu ben nasıl yapıyordum? Vedada bulunmadan başka bir başlangıçta ilerliyordum. Üstelik bunu yapanları eleştirirken.
Uyandım. Neyse ki bir rüyaymış. Yatağımdaydım. Uyandıran ansızın gelen bir çağrıydı. Telefonun ekranında ne yazıyor biliyor musunuz? Naz! Cevapladım. Gelen ses "Seni seviyorum." diyordu.
Az önce gördüklerim rüyaydı. Sevgilim dediğimlen ayrılmıştık. Sözün kısası; Nazl'a tanışmamız ayrılık sonrası gerçekleşmişti. Ama Naz ve aramızdaki sevgi mutluluk kadar reeldi.
Eski kız arkadaşımla hikayemizin sona erdiğini düşünüyordum. Ama boş kalmış sayfalar rüzgarın etkisiyle sola doğru yatacak, açılacak ve yazılması gerekecekti. Eskisiyle neden bitmişti?
Yüreğin bana yaydığı mutluluk ışığı zamanla kayboluyor, yerini hafif bir karartı alıyordu. Anlaşmazsızlıklardan ötürü kalbin kıpırdanmaları, artçı sallantılara dönüşüyor, sevgi kalıntılar altında kalırken, duygular harabe oluyordu. Son mevsim sert çatışmalarımızdan oluşan rüzgarla sönüyor, dumanı havaya dağılırken közlenen kalbin kokusu hissediliyordu.Böyleydi sevginin götürüsü, getirisi ise yıpranma. Sonuçta ayrılık olunca, iki taraf da birbirine kızgınsa beklenen final, beklemediğin anda büyük bir törenle beliriyordu. Bu son gelecek sevgilerin başlangıcı oluyor(du).
Ayrılmıştık. Söylenmelerden ötürü veda bile etmeden. Günler sonra arkadaş ortamında Naz ile karşılaşmıştım. Sonra anlaşmalar, buluşmalar, konuşmalar başladı. Ve sevgi yaşam sahnemizin yeni arka fonu oldu.
Eski kız arkadaşım ister istemez aklımdaydı. Mutlu muydu? Merak mıydı bu? Özlem miydi? Bu sorular geçerken aklımdan, önce bir mesaj, sonra bir arama gerçekleştirildi tarafından. Beni özlediğini, tekrar başlamamız gerektiğini söylüyordu. Sustum. Ne diyeceğimi bilemedim. Bir kalp iki kişiyi sevmemeliydi! Sevemez...(di)
Bir kalp bu kadar cömert olmamalıydı. Aşk çalınca kapını; ister sevgilin ister eşin olsun (ki evlilik ise kağıt üzerinde bitmeli) ayrıldıktan sonra başlamalı yeni birlikteliğe. Başka seçenek yok. Bir yanlış, diğer doğruları götürür. Yanlışı yapanlar yanlışın ta kendisidirler.

14 Haziran 2010 Pazartesi

Ars gratia artis


"Ars gratia
artis
" Anlamı; sanat sanat içindir. Müzik, tiyatro, sinema, resim, edebiyat. Dahası; operada arya, müzikalde sopranonun sesi, tiyatro metnindeki karakterin aşkı için ölümü seçmesi, ölçü ve uyağın silinip şiirin böylede kalp sızlattığını gösteren Garip Akımı farklı yerlerde, farklı zamanlarda icra edilmiş olsalar da bir şeyde birleşirler. Sanatta!
Sanat sanat içindir. Ve sanat insan (toplum) içindir. Sanatın yol göstericiliğinden, hislere tercüman oluşundan, duyguları somutlaştırıcılığındandır bu.
Tuvalde gezen fırça, portede gelecek notanın önüne konan es, sahne alımı öncesi yapılan diyafram ve solfej çalışmaları, oyuncunun tonlamadaki özverisi. Hepsi yapılacak projenin ön çalışmasıdır.
Yanlış olan; bu birkaç yılda çabuk tüketen bir toplum haline getirilmemiz. Bu durumu olağanmış gibi benimseyip, üstesinden gelmek için düşünmemektir can acıtan. Müzikse söz konusu; ham olanı benimsemiş halk. TSM de gerekli olan nazariyat, usul bilgisi ve repertuar zenginliği göz ardı edilmiş.
Bu demek değildir ki; genel anlamda bakıldığında popüler müzik sanat değildir. Bilgisizlikten, cahillikten ve benimsenmekten çıkanlardır, teknolojik aletlerin ön aşamasından geçen parçalardır eziyet eden. Kalemin yanlış ellere geçmesindendir, duygu verememeler.
Ta yıllar önce gerçek sanatçılar tarafından seslendirilen pop müzik şarkıları halen hafızamızda yer etmemiş midir? O zamanların pop şarkılarıyla karşılaşıldığında tekrar tekrar dinleyip eşlik edilmemiş midir?

11 Haziran 2010 Cuma

Kıskançlık Kavgası


Bu kötü histen bi haber olan küçük bir azınlık var. Değiştirir mi kıskançlığın bir çoğunda olduğu gerçeğini? Değiştirmez. Önce birlikte olduğu kişi kıskanılır, yoldan çıkarması muhtemellerden. Sonra güzellik, zeka, başarı kıskanılır, kendinden bir adım önde gidenlerden.
Fransızın yüzüne güzellik katan kemerli burnu, latin ateşinin harika kalçaları, rus kızının sarışınlığı ve orantılı vücudu, hepsi beğenidir, yine kıskanılır. Güzellik görecelidir anımsanır. His zirvededir parçalanır.
Biz erkeklerde; az da olsa şahit oluruz. Bu finish çizgisi olmayan yarışta, taraflar gerilir ve kavga start alır. Önce çekilemeyen kişi üzerine yürümeler başlar. "Niye arkadan konuşulmuştur? Neden kötülenmiştir? Amaç nedir huzur bozulmuştur?" Dışarıda da insanların arasında patlak verir... Sonra birlikte olduğu kişiye söylenmeler sızar. Gözü neden dışarıdaymış serzenişleriyle.
Kötü olan dışarıda tartışmaların süregelmesi. Olay çıktığını görüp izleyen ve bu duruma kısa filmmişçesine merak saranların eğlencesi başlar.

8 Haziran 2010 Salı

Kıskançlık Savaşı


“Silent leges inter arma” (Savaş sırasında kanunlar susar) diye bir söz vardır? Bilmem, bilir misiniz? Kadınlarda kıskançlık söz konusu olunca, tümdengelim yerine, tümevarım yaparak konuyu irdelemek gerek!
Çoğu zaman kıskançlığın ana sebebi çekememezlik, beğendiği güzelliklere sahip olamama olsa gerek. Öncesinde yakın bulunanlar yandaş yapılır, sonrasında sinir boğulmaları yaşatan kişiye açılan ani savaş; hırsın verdiği taktiklerce çıkagelir.
Çoğu zaman kızların bu savaşında biz erkeklerde zarar görürüz.
Hepsi olmasa da, mutlaka bir kız arkadaş kıskandığı kişi ile ilgili kendini kıyaslayan sorular yöneltir ve cevabı duymak ister. Bu tarz soruların mini bir quizmişçesine sıralanması… Özgüven eksikliği mi? Ve bu nedenle biriken hırs, kin, nefret kalıntıları mı? Mı? Mı?
Sorular birle kalmaz. İkiye çıkar, sonra üçe. Bakarsın on olmuş, sonra sayılamayacak kadar hane eklenmiş.Sıkıntı başlar. Bunalma nükseder. Kıskananlar arasında bu duygudan yoksununu bulmak gerekir. Eğer kızda çekilemeyene dair eleştiriler, serzenişler, küçük görmeler, o böyledir işteler başlarsa gitmeler gerekir.
Kıskançlardan, kıskançlığı olmayanı bulmak gerek.

5 Haziran 2010 Cumartesi

Kıskançlık Muharebesi


Çekememezlik, beğendiği güzelliklere sahip olamama, hırs, kin. Bunlara bir de sömürü eklenince, iç çatışmalar reele dönüşür ve kıskançlık muharebesi start alır. Zafere, yenmeye…
Çoğu zaman gruplaşma olur. Taraflar belirlenir. İttifaktırlar; diğerlerine karşı güçlerini birleştirenler. İtilaftırlar; uzlaşma sağlayıp öbürlerini sindirme politikası izleyenler.
Öyle bir çatışma ki bu; ne kazanan var, ne kaybeden. Hiçlik surların da, dindiği anda, tekrar çıka gelen.
Kızların bu savaşında biz erkeklerde zarar görürüz çoğu zaman.
Bir dünya güzeli hayatımda “O kız mı güzel? Ben mi?” deyip sorularını yenilerken “En iyisi sensin ki; hayatımdasın! Soru mu bu?” demek, bir daha ki kıskançlığa kadar dindirecektir onu.

2 Haziran 2010 Çarşamba

Bekle(t)mek !


Akrep yelkovanı kovalar. Bulutlar sağa doğru akar. Etrafından geçen insanların koşuşturması seni bile yorar.
Yan masaya önce bir kişi, kalktıktan sonrada iki çift oturup gitmiştir. Önündeki gazete bitirilip, bir kez daha okunmaya geçilmiştir. Sıkıntıdan bir şarkı tekrar edilmiştir, sözleri uydursan da kafada yer etmiştir.
Eller masada nim sofyan vurur. Sonrasında; semai, sofyan, düyek….
Çoğu kez bekletendir, söylediği süre zarfında orada bulunmayan.Yada bekleyendir, bu yanlışın farkında olup, yine de oralı olmayan.
Bekletmek, gecikmek. Ne büyük saygısızlık. Hele ki mazeretler sürülünce hep ardı ardına kusur gömülebilir mi en derinlere.