30 Nisan 2010 Cuma

Kötülüğü Yaşam Sahnesinin Arka Fonu Seçenler..!


Artçıda olsa nefret sallantıları; öfke zelzelesinin kalıntıları üzerine yığılır. Kendi kendini yıprattığınla kalırsın.
Kötülüğü yaşam sahnesinin arka fonu seçmiş olanlar; huzurları kaçırmaya ant içip, rolleri ne gerektiriyorsa, en iyi şekilde performanslarını sergileye dursunlar, her şeyden habersiz avlanan konumundakiler anın tadını çıkarmaya devam ederler.
Bu kişiliktekiler; gişe rekorları kırmış korku filmlerindeki karakterler gibi; içeri tıktıkları barakada kurbanlarının diz kapaklarını rendeleyip, camları kanla sıvayıp güneşin içeri girmesini engellemezler belki ama sinsice yaklaşıp adamın huzurunu kaçırırlar.
Sosyal yaşantıda bu gibi tiplerle karşılaşmak mümkün. İşte, okulda…
Hayatından çıkarmak istersin, kötülük için nedeni olur. Fazla muhatap olmamaya çalışırsın, suçlu sen olursun. Ortamından uzaklaşırsın, o sızar. Arkadaşların, ona göre kankası olmuştur. Kötülenirsin…
Önemli olan; oyunu kuralına göre oynamaktır. Gücün varsa savaşırsın..!

27 Nisan 2010 Salı

İki Tahtayı Çakmışlar, Kadın Diye Satmışlar!


İstanbul büyük(tü) göç ala ala mı çekti, küçüldü? Yoksa şehirdeki acelecilik, hareketlilik mi erken yaşlanmasına, buruşup, ufalmasına neden oldu?
Talihsiz karşılaşmalar, tesadüfler dizisi bu kadar sık yaşanır olunca düşünmeden edemiyor bu zat! Hele ex sevgili, yenisine karşı; şah mat diye hamle yapınca piyon gibi devrilen huzurlar, yerini öfke heyelanlarına bırakıyor.
Yas tutan güneşin kara bulutların arkasına saklandığı saatlerin ardından, göz kırpan yıldızlara, ayın ışığına inat, yelin mızıkçılık yaptığı bu güzel akşamda; kız arkadaşımı almışım yanıma, harika bir mekanda yemek yemeye, zaman geçirmeye gitmişiz.
Masamıza geçip, bir şeyler sipariş edip, konuşmaya daldığımızda, sevgilimin dikkatinin bir yönde takılıp kaldığını fark ediyorum ve soruyorum: “Ne oldu?” Önemli bir şey olmadığını, bir kızın sürekli bulunduğumuz masaya baktığını belirttiğinde, arkama dönüyorum. Oldukça kalabalık ve her yer dolu. Kızı göremesem de, o anda gelen yemekler konuyu dağıttı.
Muhabbet uzadıkça uzadı. Epeyce konuştuk. Bir süre sonra kalkmaya karar verdik. Tabii öncesinde o lavaboya gitmeliydi. “Peki” dedim. “Git.”
Neler olmuş olabilirdi ki? Sonrasında yaşanılanları ondan öğreniyorum.
Lavaboya gitmiş. Aynada meşgulken o gelmiş. Kim mi? O kız işte! Sürekli bakan. Şöyle demiş:
- “Nasıl gidiyor?”
- “Anlamadım. Bir şey mi dediniz?”
- “Anladın. Anladın da, anlamamazlık işine gelen. Belki de böylesi senin için daha iyi.”
- “Ne zırvalıyorsunuz siz? Terbiyesizlik yapmayın hanımefendi.” Demiş sevgilim. Ama durur mu? Durmamış esrarengiz kız cebinden çıkarırken el bilgisayarını şöyle demiş: “Çivi çiviyi söker.”
Hiç bir şeye anlam veremeyen sevgilim, kızın ruh hastası, manyak, düşünmeden konuşan, ne dediğini bilmeyen, tımarhanelik bir deli olduğunu düşünürken içten içe korkuyormuş. Bak demiş kız, elindeki cihazdan resimleri göstermiş. Resimdekiler mi? Ben ve o. Yan yana, sarılarak…
- “Çivi çiviyi söker değil mi? Haklıymışım.”
- “Siz kimsiniz hanımefendi?”
- “Ona sor. Anlatsın.”
Tüm bunlar yaşanırken ben ücreti ödemiş tuvalet girişlerinin bulunduğu koridorun başında sevgilimi bekliyorum. O anda kız hızla dışarı çıktı. Ve göz göze geldiğimizde durdu kaldı. Şaşkınım. Tüm bunlar bir yana gözlerindeki neydi öyle? Yıllanmış öfke parıltıları.
Sonrasında otoparkta arabanın içerisinde konuşuyoruz. Yaşanılanlara anlam veremeyen sevgilimi teselli ediyorum. Sinirini yatıştırmaya çalışıyorum. Sakin olmasa da öyle gibi davranıyor.
Ne yapmışım ben. Zamanında ruh hastası, manyak, kişiliksiz, hadsiz, hırslı, kinli, kendini bilmez birini hayatıma sokmuşum. O da aklı sıra öç almaya kalkışmış.
Ondaki nasıl bir sevgiymiş? Sevdiğinin canını acıtan sevgi. Bitmiş birliktelikten arta kalan resimler niye saklanır? Hoşlanmadım bu durumdan.Pislikmiş, ta kendisiymiş o. Bu yaptığı karşılıksız kalır mı? Kalmaz! Ama pislik bitmez. Üstesinden gelirsin, pislenir. Üstesinden gelirsin, pislenir. Üstesinden gelirsin…

25 Nisan 2010 Pazar

Bulutların Üzerinde..!


Hayat dedikleri; çoğu zaman çile, biran mutluluk. Güzel vakitler ise; bu yaşanılanların arasına serpeştirip, katık ettiğimiz saatlerden ibaret…
Bulutların üzerinde, yıldızlara daha yakın. Sıkıntılar bir anlık cepte, planlar adım adım…
Uçuyoruz! Kız arkadaşım yanımda. Aslen memleketim olan, bu güzel kıyı şehrine vardığımızda yapılacaklar hakkında konuşuyoruz.
Gönül isterdi ki; atlayalım aracımıza, sürelim uzaklara. Dinlene dinlene, sindire sindire, yeni yerler keşfederek, eğlene eğlene.
Benzincide durup yakıtla depoyu doldurturken içeriden atıştırmalık bir şeyler almak, sıcakta yol alırken akan şadırvandan su içmek, güzergahtaki eski restorandan bir şeyler ısmarlamak, yol üzerindeki butik otelde konaklamak, mola yapmak istemez miydiniz? Vakit olsa o da olurdu belki ama yok. Maalesef bu duruma katlanmak zorundayız.
Ben değilmiydim? “Çarpık kentleşmeden, aşırı kalabalıklardan, trafikte geçirilen vakit kayıplarından, bitmeyen yol çalışmalarından gürültüden” dem vuran. Durmayıp, iyi vakitler dilekleriyle başka bir kente bilet alan…
Şehre geri geldiğimde; kırılan kaldırımların yenilendiğini, Büyük Şehir Belediyesinin yol çalışmalarının bittiğini, trafiği aksatan, trafik projelerinin yok olduğunu görmek istiyorum…

23 Nisan 2010 Cuma

Çocuğa Şiddet!


Nasıl bir insan türü çocuğuna şiddet uygular? Tek fiske tokat diye küçümsenen o hareket şiddetin göbek adı değil midir? Sevgi gösterilerinde bulunulduktan sonra uygulanan bu yanlış hareket çocuğun zihninde benlik yaralanmaları, sevilmeme düşüncesi oluşturmaz mı?
Bir alışveriş merkezinde açlığı bastırmak için aldıklarımızdan sonra boş olan masalardan birine oturduk. Kız arkadaşım karşımda, bir konu üzerine konuşuyoruz. Sonrasında önümüzdeki masalardan birinde oturan adamın yanına birkaç polisin geldiğini fark ediyorum. Anlattıklarını duyamıyorduk ama fevri ve kızgın şekilde bir şeylerden bahsettiği belliydi. Polislerin geldiğini fark edenler oturdukları yerden onları izleye dursun. Adamın bulunduğu masanın yan tarafında, bir başka masada oturan aile açıklamaları dinliyordu.
Bir şeylerden şikayet ettiği açıkça belliydi. O ailedeki genç kızda polise bilgi verdi. Polisler belli bir müddet sonra gittiler. Adamın yan masasında oturan bu aile alışveriş için kalktı. Genç kıza “Ne olduğunu?” merakla sordu sevgilim.
Kız “Çocuğuna tokat atan kadını ikaz etti. Aldığı cevaptan sonra da olaylar gelişti. Çocuk çok kötü oldu. Kızardı, morardı. Adam duyarlı davranarak kadını uyardı. Kadında sanane benim çocuğum diyerek çıkıştı. Ağız dalaşı yaşandı. Adam polisi çağırarak, kadın hakkında şikayetçi oldu.” Dedi.
Ben “Kadın nerede? Gitti mi?” diye sorduktan sonra, kadının halen bu masalardan birinde bulunduğunu söyledi. Belli bir süre sonra masadan kalktığımızda yanında çocuğu olan kadını sorgulayan polisleri gördük.
Bu tarz olaylarda duyarlı olunmalı. Küçük bir tokat diye geçiştirilmemeli. Ebeveynler sevgilerini çocuklarına ne kadar gösterirlerse göstersinler, küçük bir yanlış hareketleri, onların bilinçlerinde yaralanmalar, sevilmemeye yönelik düşünceler oluşturabilir…

20 Nisan 2010 Salı

Deliler Koğuşu!


“Deliler Koğuşunda Bir Kleptoman!” Başlıklı yazımda arkadaşımın annesinin bu rahatsızlığından dolayı olan üzüntüsünü, başlarına gelenleri ve toplumun tepkisinden bahsetmiştim…
Sıkıntısını yalnızca benimle paylaştığı için geçtiğimiz günlerde ondan buluşmak istediğini belirten bir mesaj aldım…
Buluştuğumuzda hastanedeki ilk görüş gününde yaşadıklarını anlattı.
Ruh ve sinir hastalıkları hastanesi hastaların güvenliği açısından, bir bakıma hapishane gibiymiş. Gelen ziyaretçilerin üzerleri mutlaka aranırken, bir bölümünde yatan hastalardan ayakkabı bağcıkları dahil olmak üzere kendilerine zarar verebilecekleri nesneler toplanıyormuş…
Görüşme bahçe içindeki bir başka bahçeyi bölen parmaklıklar ardında yapılmış. Bir tarafta ziyaretçiler, diğer tarafta hastalar. Hastanın tarafına bir tek eşi geçebilmiş.
Hastaların gezinebilecekleri avluları var iken; hastalar sabah 6’da kalkıyorlar, öğlen 1 saat dinlenme molası dışında uyumalarına izin verilmiyor. Akşam ise erken yatıyorlar. Her gün bireysel ve toplu terapiler yapılıyormuş.
Arkadaşımın kleptomani hastası olan annesi kaldığı yerde ve hastanedeki kişileri gözlemleme fırsatı bulmuş. Birinden bahsetmiş ve bana aktarılanı olduğu gibi size anlatayım:
Zamanında tıp 2. sınıfta okuyan bir adam varmış. Bir fizikçinin kitabını okumuş. Öyle ki; ona aşık olduğunu düşünüyor, onunla ilgili şiirler kaleme alıyormuş. Fizikçi için yazdığı şiirlerin yer aldığı defteri bir kafede bırakmış. Bir gün kadının telefonuna bir şekilde ulaşan adam, onu aramış ve aldığı tepki sen delisin olmuş. Adam şimdi bu hastanede ve tekrar ÖSS sınavına hazırlanıp, fizik bölümünü seçmeyi düşünüyor…
Bir kadın hastadan da söz etmiş. Annesi ve babası ayrılmış. Birgün evlenmiş. Evliliğinde fazla baskıcı olan, üzerine çok düşen kocası, zamanla ilgiyi kesmiş. İnsanların ilgisizliğinden yakınan kadın, bir süredir hastanedeymiş.
Bir başka bayan hastada; günde birkaç kere yalnızca tuvalet üzerine yoğunlaşarak temizleme yapıyormuş. Orayı günde bir kere silmekle yetinmeyen kadın, bunu bir çok kez tekrarlıyormuş. Obsesif Kompulsif Bozukluğu olduğunu düşündüğüm bu kadınla ilgili bildiklerini bu şekilde aktarmış kızına annesi. Diğer hastalıkları bilmem ama OKB’nin bir delilik olmadığı konusunda uyarmak isterim.
Arkadaşımın annesi ziyarete gelen kocasının akrabalarına yatış sebebini nörolojik açıdan diye aktarmış. Yani yalan söylemiş. Bu şimdi ne kadar doğru? Bence yanlış.
Açıkçası hastanede gördüğü hastalardan mı? Yoksa yaşadığı stresten mi? Bilinmez. Arkadaşım annesinin epey kilo verdiğini söyledi.
Bu insanlar tedavileri bittikten sonra eski hayatlarına geri dönebilecekler mi? Yaşanılanları ve hastaneye yattıklarını öğrenenler nasıl bir tutum içinde yaklaşacaklar? İşe girip, sosyal hayatlarını yaşayabilecekler mi?
Toplum bilinçlendirilmeli! Onların tutumu şekil verebilir yaşamlarına. Onları kaybetmektense, hayata kazandırmaktır önemli olan…

17 Nisan 2010 Cumartesi

Deliler Koğuşunda Bir Kleptoman!


Hayır! Ne maddi çıkarları, ne de ihtiyacı olduğu için çalıyor. O bu davranışı gerçekleştirdiğinde rahatlıyor.
Dün. Deniz kenarında bir çay bahçesinde, önümde taşınabilir bilgisayarım geçirilmesi gereken yazıları sisteme aktarıyorum. Tesadüf. Uzun, çok uzun zamandır görmediğim bir kız arkadaşla karşılaşıyoruz. Konuşuyoruz. Dertli, çok dertli. Sıkıntısı yüzüne yansımış. Soruyorum. Başlıyor anlatmaya.
Annesinden bahsetti. O bir kleptomani hastasıymış. Önceleri eve gelen ürünleri, ev hanımı olduğundan nasıl alabildiğini düşünen arkadaşım, sonrasında yaşanılan hırsızlık olaylarından ötürü karakollardan toplamış annesini. Olay ayyuka çıkınca çevreden tepkiyle karşılaşmalar. Komşuları uğramaz, kapılarını açmaz olmuşlar. Akrabalar arayıp sormayı kesmiş. Baba bu durumdan sıkılmış, boşanmayı kafasına koymuş.
Aşırdığı nesneler sanılanın aksine aşırı değerli şeyler değilmiş. Elbise, cep telefonu, gerekli gereksiz ne varsa. Birçok kez farklı yerlerde ürün çalarken yakalanmış. Nezarethaneye atılmış, sorguya çekilmiş. Yanlış üstüne yanlış yapınca polisler tarafından kötü muamele uygulanmış. Belki de şiddetin ta kendisiyle orada tanışmış. Ayılıp bayılmalar, sinir krizleri yaşamış.
Anlattı. Bir anısını anlattı. Arkadaşımın babası eşini karakollardan toplamaktan sıkılmış. Her defasında evde tartışmalar yaşanır olmuş. Bir gün kadın mutfak için alışveriş yaparken gizlice takip etmiş. Hamburger ekmeğini elbisesinin içine attığını gören adam, çıkışta karısının yüzüne tükürüp çekip gitmiş.
Kadın mahkemelik olmuş. Sanırım farklı mağaza sahipleri tarafından dava edilmiş. Avukata danışmış. Kızı psikiyatriste gitmesi için destek olmuş ve sonunda teşhis konulmuş. Fakat kadın durmamış çalmaya devam.
Sonunda akıl hastanesine yatmış. Belli bir süre sonrada yer kalmadığı gerekçesiyle deliler koğuşuna alınmış. Halen davalar devam ediyor.
Kleptomani hastaları. Onlar maddi açıdan değeri olduğu, ihtiyacı olduğu için nesneyi çantaya atmazlar. Çalma davranışını gerçekleştirmeden önce yaşadıkları gerilim ve yaptıktan sonra rahatlama, mutluluk ve büyüklük hissidir yaşadıkları. Bu davranış onlar için aniden gerçekleşir, planlanmaz yada önceden düşünülmez veya birinden intikam almak için yapılmaz.
Sardunya Kralı Victor ve Fransa Kralı IV. Henry bu özelliklere sahipmiş.
Kleptomani hastaları bilirler, yaptıklarının uygunsuz, yanlış ve kötü olduğunu. Şöyle ki; çocukluklarında aile ilişkilerinin sorunluluğu, olumsuz koşullarda gerçekleşen kayıplar, benliğe yapılmış saldırılar, özgüven duydukları konularda başarısızlıklarla gelen yaralanmalar hastalığın en önemli nedenleri arasında.
Tedavi yöntemi; uzman tarafından, hastanın geçmişi ve yaşantısındaki zedeleyici olaylar saptanır, uygun düşünce şemaları geliştirilir ve toplumsal ilişkilerde uygunsuz savunma mekanizmalarının değiştirilmesini hedefleyen terapiler, kaygı durumu ile birlikte dürtüsel hareketleri azaltmak için ilaç tedavileriyle başarılı sonuç alınır.
Elbette hiçbirimiz yakınımızda yanlışlar yapan bireylerin olmasını istemeyiz. Yanında sürekli bir şeyler aşıran insanla gezmek ne kadar doğru? Ama bu insan hasta. Toplum tarafından dışlanıyor, kocası bile hastalığı kabul etmiyor. Önce yapılması gereken toplumu bilinçlendirmek. Bilinçsiz insanları bu konu hakkında bilgilendirmek olmalı. Küçükken yaşanılan problemler nedeniyle nüksettiği düşünülen bu hastalık, çevresi tarafından da dışlanınca düzelme gösterir mi? Hayır!

15 Nisan 2010 Perşembe

Boş Vakitler!

Mehtap tüm ihtişamıyla, güzelliğiyle gökte, yarımay bütün ışıltısıyla aydınlatırken geceyi, yıldızlar parıldarken işveli işveli, hafif yel dansa davet ediyor gülleri, menekşeleri, laleleri…
Çoktan gece yarısı oldu. Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovaladı.
Send button’ına tıkladığımda başlat çubuğunun sağ köşesindeki saat değişim gösterdi 00:29dan 00:30a. Uzun süren bir araştırmanın gönderisiydi bu, getirisi ise yorgunluk…
Oturmaktan bacaklar uyuştu, rüzgar üşüttü. Önümde sehpanın üzerinde bilgisayarın yanındaki kahve fincanından dumanlar çıkmaz oldu, soğudu, bu balkonda…
Sevmem ki ben. Sevemem! Saatler boyunca bilgisayar başında kalmayı. İnternette vakit öldürmeyi…
İnternet birçok şeyi kolaylaştırıyor. Sık sık kullanıyorum. Güzelde; boşa geçirilen zaman, amaçsız dolaşım gibi nedenlerden ötürü, arkadaş bulma, Facebook ve benzeri siteler, tasvip etmediğim Farmville, Metin2, Knight Online gibi çevrimiçi oyunlar sebebiyle, insan ilişkilerinde doğan iletişimsizlik sorunundan, en önemlisi anadilimiz köklü Türkçe’deki güzelim kelimeleri kısaltarak ve saçma sapan çocuk dili gibi yazanlar vesilesiyle pek severek vakit geçirdiğim söylenemez.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Devlet Hastaneleri


Soğuk, beyaz ve uzun koridorlar. Bezmiş insanlar. Öksürükler, aksırıklar, haykırışlar, susuşlar, sistemi kavrayıp boyun eğenler. Koşuşturmacanın, beklemenin, tartışmanın yaşandığı acil servisler. Lafın kısası, sözün özü, çilenin hası devlet hastaneleri.
Ağır hastaları, acil tedavi gerekenleri, onu, bunu, şunu, bunu bekleten, gereğini zamanında halledemeyen sağlık personelleri. Yoğun hasta kuyruğuyla baş edemeyen doktorlar…
Büyük acıların yaşandığı, hüzün heyelanları yoğun bakım üniteleri. Çaresiz bekleyen yakınlar. Bilgiyi tam anlamıyla aktarmaktan aciz çalışanlar.
Ağzının ucuyla “mıy mıy mıy” konuşan, başından savma isteği oldukça açık olan hasta kabul elemanları.
Yerli yersiz azarlayan, devlet kurumunda çalışmanın verdiği güçle işini layığıyla yapmayan personel.
Devlet hastaneleri… Allah kimsenin yolunu düşürmesin.

8 Nisan 2010 Perşembe

Biliyor musun? Kötü Karakterler Var!


“Sende ki bu bana karşı pozitifizm halini anlamış değilim. Hep güzel şeyler yazıyorsun. Ya yoksa canımı mı alacaksın? Korkmaya başladım.” Demişti internetten konuştuğum bir arkadaşım. Hiç kuşkusuz söylenenler şaka amaçlıydı. Ama götürdü mü beni uzaklara? Çalıştı mı sinematograf? Oynadı mı resimler ardı ardına?
Şöyle bir düşündüm. Kötü biri değildim. Peki bana yanlışları dokunanlardan ömrüm boyunca almak istediğim öç ve zararın bin katı fazlasını enjekte etme isteği neydi?
Aslında yaşım biraz daha ileri olsa; Freddy Kruger, Hannibal Lecter, Jigsaw, Chucky, Ceyar ve Joker gibi tüm kötü karakterleri benden esinlenip ortaya çıkarmışlar diye şüpheye düşebilirdim. Hatta Yaprak Dökümü’ndeki Oğuz, Aşk-ı Memnu’daki Behlül…
Eleştiri oklarını bu sefer kendime çeviriyorum. Evet! Yanlış duymadın. Özeleştiri yapacağım.
Empati kurmasını çok iyi bilirim. İnsanları kırmamaya, incitmemeye özen gösteririm. Hatta bazen üzülmesinler diye ufak tefek hatalarını da dile getirmemeye çalışırım. Bu durum bazen bana zarar verir. Çoğu zaman kendimi iyilikler ülkesinin prensi gibi hissederim.
İyi ve hoşgörülü olunca birçok kez yapılan art niyetsiz yanlışlar birikince, üzerimde ağır bir yük oluştururlar. Belli bir müddet sonra taşıyamamaya başlarım. Ve gün gelir ağızdan ilk çıkan söz, son söylenecek söz olur. Ve ilişkimi keserim. Sevgi yerini nefrete bırakır veya nötr bir duyguya.
Bilinçli bir şekilde veya sorumsuzca yapılan yanlışlarıysa hiç unutmam. O zararın hesabı; basit faiz veya bileşik faiz, olmadı efektif faiz usulüyle geri ödenecek. Bölmekte yetmeyecek, çarpacağım. Karekökünü alıp, sonuç sıfır olana dek çıkaracağım. Tecrübeyle sabittir.
Övünmüyorum bu durumla. Birçok kez pişmanda olmuyor değilim.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Para Yiyen Kız Modeli (Angutolog)


Yüzde yaşını olduğundan büyük gösteren makyaj, elde pahalı, marka bir çanta, ayakta yürümekte zorlandığı yüksek topuklular, cepte sıfır kuruş yanında zıpır bir züppe…
Böyle mi olmalı? Bütün bayanları bu kategoriye katmıyorum ama günümüz kızlarının birçoğu aynı. Ergenliğe yeni girmiş veya yirmili yaşlarında olan Türkçe’yi katlederek konuşan, tiki akımının öncüsü olmak için yarışan, en büyük derdi kırılan tırnağı olan birçok kız var.
Drinkleri çeksin diye angutlarla birlikte olan, angutolog kızlar söz ettiğim. Hoş vakit geçirmek için yanındakini kullanan, sömüren maddi durumundan faydalananlar. Yanındaki kızlardan gözü dönen, delikanlılığın cumhuriyetini kurup bayrağını diktiğini düşünen zavallı embesil kardeşlerime değinmiyorum bile. Eyvallah diyorum.
Birkaç hafta önce kız arkadaşımın bir dostu ile karşılaştık. Üç beş ayakta lafladıktan sonra, kopamadıkları için bir mekana geçtik. Oturduk, konuştuk, sohbet ettik.
Kız mekanda eski sevgilisiyle karşılaştı. Bizden ayrıldı. Yanına gidip biraz muhabbet etti. Tekrardan masamıza geldiğinde durumunu anlattı. Sevgilisinin giyinişiyle, konuşuşuyla, hareketleriyle tam bir kıro olduğunu düşündüğümü belirttim. Beni onaylayarak, şöyle dedi:
- “Ama parası var. Ailesi zengin. Arabasını gördün mü? Bak camdan görünüyor. Mercedes.”
- “Peki yaptığın doğru mu? Para yemek! Ben asla paramı yedirecek kadar aptal olmadım.” dedim.
Ne dese beğenirsiniz? “Ben istesem seni kendime aşık eder çok güzelde kullanırım. Aşktan gözün görmez.”
Sevgilime işaret ettim. Muhabbettin baydığını, haz etmediğim kişilikte bir tiple karşı karşıya olduğumu anlayan kız arkadaşım müsadeyi isteyerek ayrılmamıza vesile oldu.
Arkadaş grubumda da var böyle iki üç tip. Barda eğlenmek, içki ısmarlatmak için yanına birilerini takıp gece hayatına çıkanlar. Yada sevgiliye değil, son model arabaya, bir yazlığa, üç beş daireye veya eskimiş apartmana tav olanlar. Yok mu? Etrafa hava atmak için kızları arabaya doldurup, radyoyu son ses açıp hız yapanlar.
Bana gelince cimri miyim? Hayır! Para yedirenlerden miyim? Yine hayır! Kullanmak yada faydalanmak isteyen biri olduğunda bunu kolayca sezerim. Hayatıma sokmadan, yalanlar ülkesine gidiş biletini eline veririm.
Bunlara “Allah akıl fikir ihsan eylesin” der, selamımı çakarım.

4 Nisan 2010 Pazar

Karabasan


Sessizlik sarmış dört bir yanımı. Karanlık eşlik ederken yalnızlığa, açık jaluzi sebebiyle sokak lambasının ışığı vuruyor hafiften içeri. Mutfaktaki musluktan akan damlalar, odadaki saatten tiktaklar belli bir ritimde uykuya dalmama yardımcı oluyor.
Sonra mı? Zaman ilerlemiş, uyku hafiften vedalaşır olmuş, rüzgarın uğultusu ritmi bozmuş. Gözlerimi hafifçe açıyorum. Önümde karanlıktan kim olduğunu seçemediğim biri! Arkasında dışarıdan vuran beyaz ışık, yüzü duvara doğru dönük. Annem olduğunu düşündüm. Gelirdi bazen. Özlerdi...
Gözlerimi tekrar yumdum. Bir süre sonra yine açtım. O oradaydı. Yine aynı şekilde duruyor, sanki bir şey dememi bekliyordu. Olur ya bazen! Ses çıkmadı. Yüzü bana döndü. Halen seçilmiyordu. Yavaşça bana yaklaştı. Sesim iyice kısıldı. Yüzü daha da kararıyordu. Çok yakınlaştığında karanlık bir duman, bir sis, bir toz bulutu gibi havaya dağıldı.
Kendime geldikten sonra yataktan kalktım. Çalışma odama yöneldim. Bilgisayarımı açtım. Arama motoruna yazdım: karabasan.
Öğrendim. Uyuduğumuzda REM ve NonREM diye evreler yaşıyormuşuz. REM döneminde rüyalar görüyormuşuz. Beynimiz düşteyken vücudumuzu hareketsiz hale getirirmiş. Bir bakıma felç ediyormuş. Böylece kişi rüyasında yaptığı hareketleri yapmıyormuş. Uyku felci de, beyin uyanınca bilinç açıldığında bedendeki felcin devam etmesi durumunda yaşanıyormuş.
Özlem ve korku hisleri ne menem bir şey. İnsanı ne hale sokuyorlar…