10 Temmuz 2011 Pazar

Tatile Giderken…


Bulutlar sağa doğru kayıyordu. Zeytin fidanları ve ağaçlar büyük bir hızla geriye doğru akarken, dallarda sallanan yapraklar arasından “Ce!” yapan güneşin azizliğine uğruyordum ve gözler kısılıyordu.

Daha önce bu yollardan geçtiğinin altını çizen hız tutkununun asfalta bırakmış olduğu izi fark ettiğimde, yüzeyde oluşmuş çatlakları da seçiyor, yıllara yenik düşmüş adamın suratında oluşanlara benzer derin çizgileri görüyordum. Ta ki yol ayrımına gelip patika olanı seçene kadar...

Lastiklerin hafif esen yelle birlikte savurduğu toprak parçaları ve arabanın tekerlerinden fırlayıp yüzeyine çarpan küçük taş kalıntıları anın büyüsünü bozuyor, nerede olduğumu / yaşadığımı bir kez daha hatırlatıyordu.

Alışılagelmişlikten ötürü o an geçen anlık sinir, yol kenarında ayçiçek tarlasını fark edince tebessüm oluyordu. Yemeni başında sarılı yaşlı kadınların yaptığı işi görenler; yaşlanmalarından ötürü ellerinde iyice belirginleşmiş olan damarların içinde dolaşan kanı helal ederlerdi. Ömürlerine ömür eklenmesini yürekten dilerlerdi…

Bir on dakikalık daha direksiyon sallamanın ardından mola yerine doğru ilerken yalnızlığın aslında korkulacak bir şey olmadığını, kalabalık şehrin kalabalığında bile yalnız olduğumuzu bir kez daha hatırlatıyordu sessizlik. Ulaşım ve iletişimin eski zamanlara göre geliştiğini bilmek ve bu gelişimle ters orantılı işleyen bir nezaketin olduğunu görmek büyük şehrin karmaşasında kaybolan insanları ve yoklaşan sevgilerini tekrar hatırlatıyordu…

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Deliler Koğuşundan Çıkan Kleptoman!


O bir kleptoman! Çalma davranışında bulunurken defalarca yakalandı. Fakat hastalığı nedeniyle bu davranışı tekrarlamaktan kendini alamadı ve birçok kez nezarethaneye atıldı. Mağaza sahipleri tarafından hakkında hukuki işlemler başlatıldı. Belki suçsuzluğunu ispatlamak, belki de psikolojik yardım almak için terapilere başladı ve sonunda adli vaka olarak akıl hastanesinde yattı. Ve bir süre sonra kendisinin “Deliler koğuşu” diye nitelendirdiği bir bölüme alındı. Burada çok sıkıntılı günler geçirdi. Yaşattıkları hastaneden çıktıktan sonra da devam etti…

Arkadaşımın annesi kendi yaşadığı bu durum sebebiyle zor günler geçirdi. Onun yanı sıra ailesi de; yakın çevresi, akrabaları ve komşuları tarafından yadırgandı. Samimiyeti olanlar arayı uzattı. Zamanla komşular kapılarını açmaz oldu. Dedikodu yayıldı. Ve sonunda herkes ona sırt çevirdi...

Daha önce birkaç yazımda detaylarıyla yaşadıklarını anlattığım bu kadını tanıyanlardan aldığım bilgilere göre iki farklı görüş ortaya çıkıyordu. Birincisi; hastalığının arkasına sığınıp davalardan yırtmaya çalıştığı, ikicisi de; aslında herhangi bir rahatsızlığının olmadığı, kleptomaniyi üzerine giyerek yaptıklarına kılıf uydurup kendini bu zor durumdan kurtarmaya çalıştığı ile ilgiliydi. İkinci yorumun doğru olduğunu varsayarsak unuttuğu bir şey vardı; doktorların çeşitli yöntemlerle onun kleptoman mı, bu rahatsızlığı kurtuluş yolu gören bir hırsız mı olduğunu anlayabilmesi…

Davalar bir sonraki duruşmaya ertelendi. Ve o bir daha geri dönmemeyi dilediği akıl hastanesinin dört duvarı arasına kapanmaya mecbur kaldı. Günlerce orada yaşadı. Bu kalış öncekinden daha kısa sürdü. Bir gün doktor onu karşısına aldı ve hafif ti’ye alarak şöyle dedi: “ Sen iyisin! Zekisin. Öyle ki; imkanın olup da okusaydın profesör, veya doktor olurdun…”

Akıl hastanesinden çıkan kadın mahkeme günlerini bekledi. Davaların kendi açısından güzel sonuçlanmasını istedi…

Bu yaşananlardan ayrı olarak söylenmesi gereken şu ki; hırsızların kleptomaniye sığınarak kendilerini aklamaya çalışmaları, hiçbir insanda bulunmayan acınası kişiliklerinden ötürü geliyor…