27 Şubat 2010 Cumartesi

Il y a longtemps que je t'aime


“Seni o kadar çok sevdim ki!...” Parmaklarım tek tek klavyenin tuşlarına basarken, masanın ucunda kalmış kupadan yükselen duman ve nefis Colombia Nariño Supremo kokusu, aklımda Kristin Scott Thomas’ın muhteşem oyunculuğu ve başrolde olduğu bu film…
Önce bahsetmek istediğimi fark ediyorum, sonra içimdeki ses beni duraksatıyor. “Recep İvedik serisi, Gora, Arog, Yahşi Batı gibi hiçbir mesaj vermeyen, salt küfür içeren filmlerin sinema salonlarında kapalı gişe oynadığı bir ülkede, kime sanatsal bir filmden bahsediyorsun?” İçimdeki sesi yüreğim yendi, “İşte sana yazı konusu!...” Yine de karamsarlık içimi kemirdi. Bu tarz filmlerin izleyici kitlesi seni kıracak ağır eleştiriler yapabilir, daha da ileriye gidip mailboxını küfür içerikli mesajlarla doldurabilir. Ama doğru olanın etrafına çember örmüş yanlışlar var ve dile getirmek gerekiyor…
Filmin konusuna gelince; 15 yıl hapiste olan Juliette, özgür olduktan sonra kız kardeşinin yanına, evine taşınır. Hapise girdiği ve içeri tıkılmasına neden olan olay herkesten saklanır. Dışarıda yeni bir hayat var ve çalışmak istemektedir. Ailesinin desteğiyle birlikte, kendisine yaklaşmak isteyen bir adam hayata adapte olmasında yardımcı olur. Filmin sonunda hapse girmesine neden olan olayı, izleyici anlayınca durumun ne kadar trajik olduğunu sezecek. Bakalım bu olayla ilgili sizler ne düşüneceksiniz? Sizce doğru mu? Yanlış mı? Kendinizle bile çelişebilirsiniz. Bu film arşivinizde mutlaka yer alması gereken bir film. Uzun zaman önce izlediğim bu filmde; Kristin Scott Thomas, Juliette’in depresif ve gergin halini o kadar güzel oynamış ki, siz de içinizde hissedeceksiniz.
Okuyan, takip eden kişilere de eklemek istediğim şu; saçma sapan, sadece gülmek için, film izleyip zaman harcamaktansa, düşündüren, etkileyici filmlerin izlenmesi, bana daha mantıklı geliyor. Ayrıca bana komedi filmi adı altında yapılan az önce sözü geçen filmler, komik gelmiyor. Fransız filmlerinden hoşlanmıyor olabilirsiniz, “Şuna bakın karşılaştırma yaptığı Fransız filmine karşılık, Türk filmi” de diyebilirsiniz. Ama kabul edin ki siyasi yada günümüz sorunlarını anlatan veya düşündürücü filmler Türkiye’de yapılmıyor. Eski yeşilçam filmleri de dahil, izledikten sonra düşündüren ve yıllar sonra etkilendiğim için aklımda kalan Türk filmleri; “Babam ve Oğlum, Beyaz Melek ve yönetmenliğini Yeşim Ustaoğlu’nun, senaryosunu yine Yeşim Ustaoğlu ve Sema Kaygusuz’un üstlendiği Pandora’nın Kutusudur.” Ve evet! Bir elin beş parmağını geçmiyor…

2 yorum:

Aykırıbakış dedi ki...

Piyasada film diye gösterilen abuk subuk şeyler, TV kanallarını kanal değil de kanalizasyona çeviren diziler beni ciddi anlamda rahatsız ediyor. 1 ay boyunca kesintisiz bunlara maruz kalsam herhalde ciddi bir tedavi görmem gerekebilir abartmıyorum. Ne zaman düşündürücü içinde yalan olmayan bir film izlesem, kuş gibi hafifliyorum. Şu yalan dünyada senaristler de bize yalan söylemekten usanmadı ona yanıyorum. "Ecnebiler bu işi beceriyor" cümlesini maalesef yıllardır kuruyorum.

Eliza Doolittle dedi ki...

Hmmm, bak şimdi "Seni o kadar çok sevdim ki"yi de merak ettim Pandora ile birlikte..Scott Thomas'ın oyunculuğuna zaten her daim bayılırım, bulalım bu filmi de..