28 Şubat 2010 Pazar

Shape Of My Heart



“I know that the spades are the swords of a soldier
I know that the clubs are weapons of war
I know that diamonds mean money for this art
But that's not the shape of my heart” çalıyor fonda. Sezen Aksu ve Ajda Pekkan karşımda, Türk müzik sektörünün geleceğinden söz ediyoruz. Yan masada Yıldız Tilbe tek başına oturuyor, bu şık restoranda. Sohbetimiz bittikten sonra Tilbe’nin masasına geçiyorum. Benden güzel parçalarından birini seslendirmemi istiyor.
Yorganı yüzümden kaldırıyorum, çalan cep telefonu ve melodi: Shape Of My Heart
- “ Bu saatte araman ve uykumu bölmen için çok önemli bir sebebin olmalı? Aksi halde…”
- “Üzgünüm. Sana gelebilir miyim?”
- “Yapma! Saat gecenin yarısı.”
- “Hava yağmurlu ve evinin önündeyim.” Dedi.
Yatağımdan bir hışımla kalkıp, cama yöneliyorum. Jaluziyi araladığımda, sokak lambasının ışığı altında kızı görüyorum. Bir elinde şemsiyesi, diğer elinde koca bir bavul. Gel anlamında işaret ediyorum. Buruk bir tebessümle kapıya ilerliyor…
Kapıyı açıyorum birden elindekileri yere sertçe bırakıp bir hışımla sarılıyor.
- “ Pekala! Hadi geç içeri.”
- “Teşekkür ederim. Neler oldu bir bilsen?”
- “Tamam ben iki sıcak kahve hazırlarken, sen de olanları anlatırsın.Ne dersin?”
Kafasıyla onaylıyor. Ağır bavulunu alıp, onunla birlikte mutfağa ilerliyorum. Kahve makinesini çalıştırırken, masaya oturuyor ve anlatmaya başlıyor.
- “ Ablam sabah işe çıkarken bende okula çıktım. Arkamızdan eşi evde araba anahtarını arıyordu. E tabii işe gitmek için. Neyse! Ablam arabasıyla beni üniversiteye bıraktıktan sonra,kendisi işe doğru sürdü.”
- “E yani?”
- “Öğlen yemeği molasında bir şey unutmuş olacak ki; eve gitmiş. Ve kocasını bir kadınla yatakta basmış.”
Kahveler hazır masaya koyup, önüne doğru sürüklüyorum ve bende masanın diğer ucuna onun karşısına oturuyorum. Şaşkınım.
- “ Evde çok büyük kavga çıkmış. Ablam birçok şeyden bahsetmedi, ketumdur. Kızgın olunca da ben sormaya cesaret edemedim. Geldiğimde kavga başlamıştı. Ablam gardroptaki elbiseleri çıkarmıştı, bavulunu hazırlamıştı. Bana da başının çaresine bak dedi.”
- “Nereye?”
- “Ankara’ya, annemlerin yanına. Bende onunla çıktım. O evde kalmam yanlış olurdu, ne yapacağımı bilemedim, sokak sokak dolaştım. Ve seni aradım.”
- “Keşke aramak için bu saati beklemeseydin.”
- “Dedim ya! Ne yapacağımı bilemedim. Hem merak etme, ilk önce bölümden arkadaşların yanına, sonrada özel bir yurda yerleşeceğim.”
- “Sorun değil…”
Bir insan sevmiyorsa, neden evlenir? Sevgisi bittiyse ki; kolay tükenmez, neden ayrılmak yerine aldatır? Düşündüm? Çözemedim! Sohbet o kadar koyulaşmış ki; havanın aydınlandığını fark ediyorum. Akşamla birlikte batan hüzün, yerini umutlara bıraktı.

2 yorum:

Dilek dedi ki...

elindekini kaybetmeden başka tadlar aramak doyumsuzluk nedeni bence

Antipatik Yazar dedi ki...

Haklısın! Dilek. Çok doğru