Öylece
karşımda duruyordu. Mavi gözleri bir okyanus kadar derin ve sakindi.
Sigarasının dumanı göğe yükselirken içine çektiği duman dudaklarından çıkan bir
iki sözcükle dağılıyordu. Elleri titriyordu ve bacakları durmadan hareket
halindeydi. Bazen bir ritm tutturuyor, ona uyuyor, zaman zaman kesip bir süre
sonra tekrar başlıyordu. Üzgün olduğu her halinden belliydi. Konuşmak
istemediği açıktı. Ama elinde olmadan değişen ve bir acıya dönüşen hayatıyla
ilgili söylemek istediği o kadar çok şey vardı ki. Suskunluğu acıtıyor, ruhunu
bedeninden söküyordu adeta…
Sigarasından bir fırt daha çekti ve söze başladı. “Beni bu duruma sokan tek
insan babam.” Dedi öylece. Dediğini anlamamış gibi ne dediğini tekrar sordum.
“Babam” dedi güçsüz bir sesle. “Babam küçüklüğümden bu yana ele gideceksin diye
yapmadığını koymadı. Beni hep diğer kardeşlerimden ayırdı. Ben bir gün evlenip
gidecektim, el olacaktım. Babam küçük bir kız çocuğunu böyle yetiştirdi.
Kleptoman olmamdaki tek neden ailece paylaştığımız ortamların bile elimden
alınmasıydı…”
Sigarasını kül tablasına bastırdı ve cebindeki paketten bir sigara daha çıkarıp
yaktı. İçerisi zaten loştu. Yaktığı sigaranın dumanı daha görünmez kılıyordu
etrafı. Kalkıp perdeyi araladım. Gün ışığı içeri girdi. Pencereyi açık bıraktım
ki içeri temiz hava girsin. Sonra evin kedisi kapının aralığından içeri girdi.
Odanın ortasındaki yatağa sıçradı ve serildi. Gözlerini kısarak bir süre bizi
izledi. Sonra uyumaya başladı.
Hakkında açılan davalar hâlâ sürüyordu. İleride parmaklıklar ardına bile
geçebilirdi. Küçük bir hücreye tıkalı kalmanın sıkıntısını daha şimdiden
yaşıyor gibiydi. Sözleri tane tane dökülüyor, tam nokta koyduğu sırada yeni bir
cümleye başlıyordu.“Ya böyle işte.”
Dedi. Sonra babasının küçükken ona nasıl davrandığını örneklerle anlattı…
Bir insan kendi evladını nasıl diğerlerinden ayırabilirdi. Anlamadım. Zaten
anlaşılacak gibi de değildi. Kleptomani hastası olan bu kadın arkadaşımın
annesi ve kendi kızına daha özenli davranıyor, daha anlayışla karşılıyor.
Küçüklüğünden, genç kızlığına kadar yaşadığı o kötü dönemlerin aynısını kızına
yaşatmıyor…
Fransızca kökenli antipathiqueden dilimize geçen; “sevimsiz, itici, soğuk” anlamlarını tek başına taşıyan kelime, bir yazara yapışan sıfat olursa ne olur? Antipatik miyim? Hayır! Hayatta bir takım yanlışlara göz yummak yerine, onu satırlara aktaran, yanlışları olumsuzlukları yazan bir kişi olunca ve hali hazırda güzel olan eleştirel olmayan hiçbir şeyi kaleme almayınca tahmin ediyorum ki; antipatik olarak anılacağım.
Bazen hak vereceksiniz, bazen görüş ayrılığı yaşadığınız, konu üzerine farklı düşündüğünüz için kızacaksınız… Bu yüzdendir ki; ben antipatik yazarım.
Bu web sitesinde yer alan, bunları içeren ama bunlarla sınırlı olmayan tüm malzeme ve dökümanlar Yazarın mülkiyetinde olup, bu malzeme ve dökümanlara ilişkin telif hakkı ve/veya diğer fikri mülkiyet hakları ilgili kanunlarca korunmakta olup, bu malzemeler ve dökümanlar izinsiz kullanılamaz, iktisap edilemez ve değiştirilemez.
Bu web sitesindeki malzemeler ve dökümanlar hiç bir surette değiştirilemez, kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve yeniden yayınlanamaz.
İzinsiz kopyalanması çoğaltımı, yayını, dağıtımı halinde 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunun hükümleri geçerli olacaktır.
0 yorum:
Yorum Gönder